Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Evreleri

Erik Erikson (1902-1994) , Freud’un yanında bir psikanalist olarak yetişmiş olmakla birlikte, insanın gelişimini açıklarken ilgisini patolojik bireyden sağlıklı insana, psişik süreçlerden psikososyal süreçlere, anne babadan topluma, pregenital kişilik oluşumundan tüm yaşamı kapsayan kimlik oluşumuna kaydırarak, zengin bir kuram oluşturmuştur.

Erikson ego gelişimini psikososyal gelişim dönemleri içinde ele alırken psikanalitik ve psikolojik açıklamalardan birlikte yararlanmıştır, ancak bunları kuamında sistematik olarak ayrıştırmamıştır. Gelişimi, biyolojik, psikolojik (ego süreci), toplumsal süreçlerle  açıklamıştır. Örn: bireyin kaygısı, aynı zamanda bedensel gerginlik ve toplumsal düzeyde de panik olarak yaşanmaktadır (Erikson 1963). Ayrıca Erikson (1963), bedensel ve bilişsel gelişimi belirleyici ve önemli bir pozisyonda görmüştür. Çocukluk döneminde gelişen somut işlemler, çocuğun çalışıp başarma, üstesinden gelme yetisi için esastır.  Erikson’a (1963) göre dış dünya (outer world) bireyin toplumsal çevresi, çevresinde onun bakımını üstlenen ya da önem verdiği insanlardır. Toplumda var olan temel kültürel ve sosyal süreçler, bu insanlar vasıtasıyla egonun işlev göstermesine ve gelişmesine katkıda bulunur. Birey ve toplum arasında karşılıklı organizasyonun yer alabilmesi için çatışmadan bağımsız destekleyici bir psikososyal ortam gerekir.

Erikson’un sekiz evresi (1963-1968) klasik tabloda sekiz basamaklı merdiven biçiminde bir köşegen oluşturur. Her döneme ait kriz yada krizin sonunda elde edilen psikososyal güçlülük, bütün diğer dönemlerdeki krizlerle ve egonun güçlenmesiyle ilişki gösterir. Erikson kriz yada çatışmayla gelişim kavramının birlikte bağdaşmaz gibi görünebileceğini, ancak ‘kriz’ i ileriye yada geriye götürebilecek, can alıcı önemde dönüm noktası anlamında kullandığını belirtmiştir (1963).

Esasen birey açısından bakıldığında, her gelişimsel dönemde bireyin sağlıklı kendilik gelişimi için başarıyla yerine getirmesi gereken bir gelişimsel görevden söz edilmektedir. Her gelişimsel  görevin, içeriğindeki tez ve antitezle birlikte ortaya çıktığı kritik bir dönem vardır. Her görev, önceki ve sonra gelecek olan görevlerle sistematik bir ilişki içindedir. Her gelişim döneminde o döneme  ait gelişimsel krizin dönem sonuna kadar kalıcı biçimde  çözülmesi  esastır. Ancak, o krizle ilgili gelişmeler daha sonraki dönemlerde yer alan baskın gelişimsel görevlerin altında devam edebilir. Örn: , ergenin kimlik arayışı için önceki dönemlerde farklı biçimde  de olsa özerkliğin kazanılmış olması gerekir. Benzer şekilde, her dönemin  gelişimsel görevi, aslında  kendinden önceki gelişimsel dönemlerde de farklı biçimlerde vardır. Örn:  özerklik bebeklikten sonraki döneme ait bir özellik olmakla birlikte, ilk dönemde bir bebeğin sıkıca kavrandığında kurtulmak için öfkeyle kıvranmasında özerklik duygusu da vardır. Her dönemde görevin içerdiği krizin uyumlu yönde çözülmesi esas olmakla birlikte, bu yönde çözüm için antitez olarak ifade edilen uyumsuzluğun varlığı da  gereklidir (1963). Örn: Temel güven duygusunun gelişebilmesi için bir ölçüde  güvensiz bir ortama da gerek vardır.  Erikson, her dönemin sonunda bireyin yaşadığı çatışmadan yada krizden güçlenerek çıkmasını ve bu değerlerin bir kuşaktan diğerine süreklilik göstermesini, hem  bireyin hem de toplumun iyiliği açısından önemli görmektedir. Her dönemin başarı ağırlıklı olarak sonlanmasıyla ego güçlenmektedir. Evrelerin her birinde ortaya çıkan ego güçlülüğü sırasıyla, umut, irade, amaç, yeterlik, sadakat, sevgi, bakım ve akıl olarak belirtilmiştir (Erikson 1963).

ERİKSON’UN PSİKOSOSYAL GELİŞİM EVRELERİ

BEBEKLİK

Psikososyal kriz: Temel güven ve güvensizlik

Egonun güçlenmesi sonucu gelişen duygu: Umut

Erikson’a göre(1963) genel olarak güven duygusu, bakım verenlerin aynılığı ve sürekliliğinin öğrenilmesine dayanmaktadır. Fakat aynı zamanda, hem bireyin ilk yıldaki yaşantıları sonucu başkalarını ne kadar güvenilir bulduğu, hem de kendinin ne kadar güvenilir olduğuyla ilgili duygusudur.

Bebek temel gereksinimlerinin giderilmesi için bakıcıyla sürekli bir etkileşim içindedir. Bakıcının hareketlerinin tutarlı ve önceden kestirilebilir bulan bebekte temel güven duygusu gelişecektir. Başlangıçta bebeğin homeostatik dengesi olgunlaşmamıştır. Bebek alıcı kapasitesini zamanla artan bir biçimde kullanır ve anne de verici kapasitesiyle karşılık verir. Annenin uyguladığı kültürel ve kişisel bakım ve besleme teknikleri aracılığıyla, bebekle anne arasında karşılıklı düzenlemelerle bir denge kurulur. Anne bebek arasındaki alıcı-verici ilişkisi senkronize ise bunun ilk işaretleri olarak bebek kolay beslenir, rahat uyur ve bağırsakları düzenli çalışır (1963). Anne, bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı davranarak ve kendisine güvenerek çocuğun güven duygusunu geliştirir. Annenin çocuğu ne kadar iyi beslediği yada ne kadar sevgi gösterdiği değil, bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı olup , zamanında ve güvenle karşılık vermesi önemlidir. Bu durumda bebek ihtiyacı olduğu her durumda bakıcının karşılık vereceğine güvenir.

Temel güven duygusunun karşısında yer alan temel güvensizlik sadece bebekle değil, annenin verdiği bakımın niteliğiyle de ilgilidir. Güvensizlik duygusu, bebeğin, ihtiyacı olduğunda  bakıcının yanında olup olmayacağından emin olmamasıdır. Temel güven duygusu yaşamla ilgili olarak umut’u doğurur. Fakat ilk yılda ilişkide güvensizlik baskın olursa, bir şeyleri öngörme, hem bilişsel hem de duygusal olarak gerçekleşemez ve bebek yada birey içe kapanabilir. Güven duygusu geliştirmiş bir bebeğin bu dönemdeki ilk sosyal başarısı kaygı duymaksızın annenin gözden kaybolmasına izin vermesidir. Bu durumda bebek, hem içsel olarak annenin döneceğine güven duymakta, hem de dış dünyanın yordanabilir olduğuna güvenmektedir (1963). Yaşantıların gittikçe tutarlık, süreklilik ve aynılık kazanması ego kimliği duygusunun temellerini oluşturur.

İLK ÇOCUKLUK

Psikososyal kriz: Özerklik ve kuşku ve utanç.

Ego güçlenmesi sonucu gelişen duygu: İrade

Bu dönemde genel olarak çocuğun kendi kas sistemini kontrolü artar. Bu artış anal kaslar açısından da tutma ve bırakma işlevinin gelişmesine yol açar. Aynı zamanda, bazı şeyleri elde sıkıca tutma yada  istediğinde tuttuğunu fırlatma, genel bir yaklaşım ve yetenek olarak gelişir. Pek çok açıdan bakıcıya bağımlı olmaya devam eden çocuk özerklik isteğini ortaya koymaya başlar, fakat güç açısından eşit olmayan anne ve çocuk arasında eşit olmayan istekler karşı karşıyadır. İsteklerin karşılıklı olarak düzenlenmesi bu dönemin en zor görevidir. (1963).

Eriksona göre bu dönemde tuvalet eğitiminin çok erken yada sert olması sorun yaratacağı gibi, çok gevşek olması da çocuk için sorun yaratır. Anne babanın aşırı yada erken kontrolünde  çocuk, kendi kontrol duygusunu kaybeder.  Kendi gücünden kuşku duyar. Kontrolün gevşek yada güçsüz olduğu durumlarda çocuk kendi bağırsak hareketlerinden ve güçsüz dış çevreden korkar, doyum arar ve gerilemeyle kontrolü sağlar. Örn: oral kontrole dönerek parmağını emebilir. Özerk davranışlar sergileyen çocuk, aynı zamanda yetişkinin istek ve gücünün ve toplumsal beklentilerin farkına varır. Bu nedenle çocuk, doğru yada uygun olmayan bir davranışını birisi fark ettiğinde utanç duyar. Çocuğu kendi bedeni ve ihtiyaçlarıyla ilgili olarak utandırmak her zaman istenene uymasıyla sonuçlanmamaktadır. Çocuk kimsenin görmediğinden emin olduğunda kendi isteği yönünde davranmaktadır. Kuşku ve utanç olmaksızın özerk davranmayı başarabilen çocukta ego güçlenerek henüz tam olgunlaşmamış biçimde de olsa irade gelişir.

Bu dönemde çocuk işbirliği gösterme ve irade kullanma: kendini ifade etme ve zorla kendini tutma yada uysal bir biçimde uyma arasında gidip gelir. Kendinin ayrı bir varlık olduğunun ve kendi gücünün farkına vardığı için hem sözleriyle hem de davranışlarıyla kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır. Bu bağlamda ‘benim’, ‘bana’ ve ‘hayır’ ifadelerini sıklıkla kullanır. Bu dönemde anne baba açısından disiplin önem  kazanır. Ancak çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenirken özsaygısını yitirmemelidir. Sağlıklı bir kontrol duygusu, iradenin gelişiminin kaynağıdır. Ve iradenin gelişmediği durumlarda içtepisellik (impulsivite) yada kompulsiyonlar gelişir.

OYUN ÇAĞI (OKUL ÖNCESİ YILLAR)

Psikososyal kriz: Girişimcilik ve suçluluk

Ego güçlenmesi sonucu gelişen duygu: Amaç

Üçüncü yılın sonuna doğru çocuk farklılaşır. Gittikçe kendi olmaya başlar, daha sevecendir, daha rahattır, yargılamaları daha doğrudur, daha kolaylıkla harekete geçer ve harekete geçmesi için kolay uyarılır, işbirliğine daha yatkındır. Enerjisi yüzünden hareketliliği ve öğrendiği davranışların sayısı artar ve bunların içinde kendisi için tehlike yaratanlar da olabilir.  Erikson’a (1968) göre çocuk ayrı bir kendiliği olduğunun farkındadır ve nasıl biri olmak istediğini bulup çıkarmaya çalışır. Bu dönemde üç yönde gelişme gözlenir:

1-Çocuk özgürce dolaşabildiği için yapmak istediği şeyler ve hedefleri çeşitlenir, sayıca artar.

2- Dili geliştiği için ve iyi kullanabildiği için etrafında olup biten yada merak ettiği her şeyle ilgili olarak biteviye soru sorar.

3- Dil ve hareket gelişimi sayesinde hayal dünyası genişler, hayali canlandırmalar yapabilir ve böylece pek çok rolü hayali olarak deneyimleyebilir.

Büyüklük, yaş ve cinsiyetle ilgili karşılaştırmalar yapmaya başlar, farklılıkları merak eder. Davranışlarının çoğu araya girme, bozma yönünde, sataşkan (intrusive) davranışlar olabilir. Fiziksel ataklarıyla başkalarının bedenlerine karşı, merakı yüzünden de bilinmeyene karşı bu tür tavır içinde olabilir (1963). Girişimcilik duygusu hem harekete geçmek hem de yeni şeyler öğrenmek için esastır. Lokomotor hareketliliğin başat olduğu bu dönemde, çocuğun pregenital ilgisi ve oyuna düşkünlüğü nedeniyle ‘becerme’ temel sosyal davranış olur. ‘Becerme’ sözcüğü yarışmadan hoşlanmayı, hedef için ısrarcı olmayı ve zaferin verdiği keyfi birlikte içerir. Erkek için fiziksel ataklar, kız çocuk için ise ‘yakalama, kapma’ niteliğindeki davranışlar öne çıkmaktadır. (1968). Çocuklar bu şekilde kadınsı ve erkeksi olmayla ilgili cinsel kendilik imgeleri geliştirirler. Anne babayı kıskanma yada onunla yarışma, kaçınılmaz bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanır ve bu durum, suçluluk ve kaygı yaratır. Çocuk sadece başkaları tarafından görülmüş ve yakalanmış olmaktan korkmaz, aynı zamanda kendi iç sesini dinler. Vicdan gelişimi, ahlaki gelişimin önemli bir adımı olarak kendiliğinden ortaya  çıkar ve vicdan çocuğun girişimciliğini yöneten güç olur (1968).

Okul öncesi dönemde olup okul yaşına yaklaşan bir çocuk, diğer çocuklar üzerinde baskı kurmak, kuralları zorlamak yerine, yapılacak işlerde ve işlerin planlanmasında aktif rol almak için büyük bir istek duyar. Öğretmenlerine ve diğer çocukların anne babalarına ilgi gösterir, bağlanır. Meslek icra eden yetişkinleri izlemekten ve taklit etmekten hoşlanır. Erikson’a (1963) göre şanslı bir çocuk, kendi kapasitesini ve girişimciliğini besleyecek çok farklı yetişkinlerin, çocukların ve araç-gerecin olduğu ortamlarda büyür. Böyle ortamlar hem süperego oluşumunu daha az sancılı kılar, hem de egonun güçlenerek bir amaç duygusu kazanmasını sağlar. Çocuğun suçluluk yada ketlenme geliştirmeden kendine bir amaç edinmesi ve amacında sebat etmesi, dönemin başarıyla tamamlandığını gösterir (Erikson 1963).

OKUL ÇAĞI

Psikososyal kriz: Çalışıp başarma ve aşağılık duygusu

Egonun güçlenmesi sonucu gelişen duygu: Yeterlik.

Okul çağına gelen çocuklar hemen hemen tüm  toplumlarda sistematik bir eğitim almaya başlarlar. Teknoloji geliştikçe ve uzmanlık alanları çeşitlendikçe sosyal gerçeklik daha karmaşık hale gelmekte, okulda  öğretilen bilgi ve beceriler çoğalmakta ve günümüzde eğitimde anne baba dışında pek çok başka kültürel araç etkili olmaktadır (1968). Okula başlamayla birlikte çocuk daha geniş bir sosyal  dünya içinde yer alır. Okul ve toplum, çocuğu teknolojiye, hayata ve çağımızda bilgi toplumuna hazırlar. Bu nedenle, çocukta öğrenme isteğinin oluşturulması ve öğrenme hevesinin canlı tutulması önemlidir. Çocuk eğitim sürecinde bir öğrenci olarak değerini, sadece öğrenmeye olan isteğinin değil, anne babasının , geldiği çevrenin ve giysilerinin de belirlediğini anlamaya başlar. Eğer bu anlayış, kendini değersiz hissetme biçiminde ortaya çıkarsa, tüm yaşam boyunca karakter gelişimini etkiler (Erikson 1963).

İyi öğretmen çocuğun en küçük çabasını bile dikkate almalı, hiçbir konuda iyi olamayacağı yönünde bir inanç geliştirmesine imkan vermemeli, onu cesaretlendirebilmeli, okulu sevdirebilmeli, oyun ve dersi dengeleyebilmelidir. Oyun, artık bu dönemde sadece eğlence amaçlı olmamalı, çocuklar bir şeyler ortaya çıkarmalı, başarmalı ve yaptıkları başkalarınca da değerli bulunmalıdır. Eğitim ortamlarında ders ve oyun dengeli bir şekilde yer aldığında çocuklar araç gereç kullanmayı, sebat etmeyi, üretmeyi ve bununla ilgili kuralları öğrenir  ve okul ortamına daha kolaylıkla uyum sağlar. Erikson’a göre, sağlıklı ego gelişimi için eğiticilerle olumlu özdeşimler kurulması önemlidir. Ve anne babalar da çocuklarının öğretmenlerine güven duymalarını sağlamalıdır.

Eğitim sürecinde pek çok bilgi ve becerinin kazanılması esas olduğu için Erikson’a göre dönemin temel krizi, çalışıp çabalayarak başarmak, üstesinden gelmek ile aşağılık duygusu geliştirme arasındadır. Programlanmış görevlerde sorumluluk alma, araç gereç kullanmada yeterlik kazanma önemlidir. Kriz olumlu yönde çözülürse, ego temel yeterlik (competence) duygusu geliştirerek güçlenir. Egonun yeterlik duygusu kazanarak güçlenmesinin  karşısındaki tehlike eylemsizliktir(inertia) ve bireyin tüm yaşamı boyunca  üretimsel faaliyetlerini ketleyebilir. Bu durum özellikle önceki dönemde çocuğun oyun faaliyetlerinin ketlenmesiyle bağlantılı olarak ortaya çıkar.

Erikson’a (1963, 1964) göre en iyiyi yapmaya güdülenme açısından aşağılık bir ölçüde istenir olmakla birlikte, çocuğun kendisini, bir şey yapamayacak kadar yetersiz hissetmesine yol açtığı zaman çocuk geriler yada aşırı yarışmacı bir tutum içine girebilir. Ona göre bu duygu çok çeşitli nedenlerle  gelişebilir. Örn: çocuk evde olmayı okulda olmaya tercih edebilir, kendisini hala anne babasıyla kıyaslıyor olabilir yada aile çocuğu okula iyi hazırlamamış olabilir. Erikson önceki üç dönemi pregenital dönemler olarak tanımlar ve psikanalitik açıklamalar daha  ağırlıklı olarak yer alır. Oysa bu dönem, ona göre toplumsal hayata başlangıç dönemidir.

ERGENLİK

Psikososyal kriz: Kimlik ve kimlik karmaşası.

Egonun güçlenmesi sonucu gözlenen duygu: Sadakat.

Çocuk, bir önceki dönemi teknik, akademik ve sosyal becerilerini  geliştirmekle geçirir ve bir tür psikoseksüel erteleme, askıya alma söz konusudur. Bu durum hızlı bedensel değişmelerin başlaması ve genital olgunlaşmayla son bulur. Fizyolojik değişmeler ve bedensel gelişim çocuğu bir yetişkin görünümüne  yaklaştırmaya başlar ve bu hızlı değişim ve dönüşüm, beraberinde bir dizi psikososyal değişmeyi zorunlu kılar. Ergen yeni bir süreklilik ve aynılık duygusu geliştirmeye başlar. Erikson (1963, 1968) buna kimlik oluşturma süreci adını verir. Kimliği yeniden bütünleştirme ve oluşturma süreci eski özdeşimlerin toplamından farklıdır Gencin karşılaştığı toplumsal rollerle ilgili fırsatlar onun farklı rolleri denemesine ve farklı yetenekler geliştirmesine yol açar; böylece kendi ve diğerlerinin gözünde kim olduğuyla ilgili benzer fikirler oluştuğunda güvenli bir kimlik duygusu oluşmuş olur.

Genç bilinçli olan ‘ben’ duygusunu yitirmeden çeşitli kimlik alanlarında seçimler ve denemeler yapar ve bunlar arasında kendine uygun bulduğu kendilik imgelerini bütünleştirmeye çalışır. Bu döneme ait kriz  başarıyla çözüldüğünde ego, sadakat ve vefa (fidelity) açısından güçlenerek çıkar. Akranlarla, öğretmenlerle ve liderlerle olan ilişkilerde sadakat aranır ve sık sık da sınanır. Egonun bu açıdan güçlenememesi durumunda genç, denemesi beklenen alternatif rolleri tanımama (role repudiation) yada reddetme eğiliminde olur.  Genç, kimlikle  ilgili olarak ulaşabileceği potansiyel rolleri deneyimlemede yavaş ya da zayıf davranarak kaçınma  yada sistematik biçimde muhalefet gösterir. Olumlu bir kimlik oluşturmak için de bazı rollerden kaçınmak gerekebilir; ancak  genç olumlu rollerle edinirken toplumsal açıdan kabul edilebilir olmayan kimlik rollerine yönelmede ısrarcı davranarak olumsuz kimlik (negative identity) geliştirebilmektedir(Erikson ve Erikson 1997)

Kuşkusuz kimlik duygusu ömür boyu değişmeden kalmaz. Ancak ergenliğin sonunda yetişkin kimliği önemli ölçüde gelişmiş olur. Gencin kimlik oluşturma  çabasının karşısındaki en büyük olumsuzluk kimlik karmaşasıdır (identity confusion). Erikson bunun, gelişimi daha da bozucu biçimde ortaya çıkmasına kimlik dağılması (identity diffusion) demektedir. Genç, kimlik oluşturma  amacıyla uygun yollarla bir kimlik arayışına girmek yerine çeşitli rol denemelerinden vazgeçer ya da suça yönelebilir, kendini bir bütün olarak tutabilmek için kalabalıklarla yada bir liderle aşırı özdeşleşme yoluna gidebilir. Kimlik karmaşası yaşayan genç kayıtsızdır. Özellikle mesleki kimlik alanında  gözlendiği biçimiyle ne toplumun kendisine sunduğu rolleri dener, ne de bu açıdan kendisine bir askıya alma süreci yaratır. Erikson’a göre bazen de kimlik karmaşası oldukça akut bir biçimde gencin birden fazla kimlik alanına aynı anda yatırım yapması istendiğinde ortaya çıkar.

Kimlik oluşturma (identity formation) süreci, evrilerek olgunlaşan bir oluşumdur. Gencin yapısal özellikleri, libidonun gereksinimleri, üstünlükleri, önemli özdeşimleri, başarılı savunmaları ve yüceltmeleri ile tutarlı biçimde yerine getirdiği roller giderek bütünleştirilir ve kimliği oluşturur. Erikson’un kimlik oluşumu açıklamaları kimliğin öznel yönünü öne çıkarmaktadır. Ergenlik ve üniversite yıllarının sonuna kadar uzayan çıraklık dönemi, gencin toplum içinde yetişkin olarak kabul görmesi, bilişsel ve cinsel olgunluğa ulaşarak bazı bağlanmalarını ertelemesi için psikososyal askıya alma olarak tanımlanmaktadır (Erikson ve Erikson 1997).

İLK YETİŞKİNLİK

Psikososyal kriz: Yakınlık ve yalıtılmışlık.

Egonun güçlenmesi sonucu gelişen duygu:  Sevgi.

Dönemin tezi ve antitezi, yakınlık (yakınlaşma) ve yalıtılmışlıktır. Gerçek yakınlık kimlik duygusunun bir ölçüde gelişmiş olmasıyla ilişkilidir. Erikson ve Erikson’a (1997) göre ancak kendisinin kim olduğundan emin olan biri kendiliğini karşılıklı bir ilişkide kaybetmeyi göze alabilir. Erikson’a (1963) göre karşı cinsle yakınlık sadece genital anlamda değil, yaşamı birlikte paylaşma ve farklı yönlerini karşılıklı olarak planlama anlamındadır. Yalıtılmışlık hissi ise insanlardan ayrı kalma, tanınmama, bilinmeme ve aranmama korkusunu içerir. Gençler bu korkuyla birbirlerine yaklaşır ve bağlanırlar. Yakınlık ve sevgiyle güçlenen ego karşısındaki karşıt güç, kendine yönelme, kendini özel bulmadır. Bu his daha sonraki dönemlerde ortaya çıkabilecek reddetme eğilimiyle yakından ilişkilidir. Bazı şeyleri dışarıda tutma ya da reddetme eğilimi, bazen bireyin kendini reddetmesi  şeklinde olumsuz bir sonuç ortaya çıkarabilir (Erikson ve Erikson 1997).

Kendini tamamıyla verme, yakın ilişkilerdeki dayanışmada, cinsellikte ve yakın arkadaşlıklarda önemlidir. Yakınlık, ait olma hissini de içerdiğinde ait olunan gruba ait konuşma ve davranış biçimleri de beslenir. Ego kaybından korkulduğunda ise gerçek anlamda yakınlaşma sağlanamaz. Bu durumda ilişkilerde mesafe korunur. Başkalarıyla, tehlikeli görünenle ve başka toplumlarla mesafe koyma ise önyargıyı getirir. Bu dönemin tehlikesi birbirine benzer olan insanlar arasında yaşanan yakın, yarışmacı ve mücadeleci ilişkilerdir (Erikson 1963, 1968)

YETİŞKİNLİK

Psikososyal kriz: Üretkenlik ve durağanlık

Egonun güçlenmesi sonucu gelişen duygu: Bakım, ilgi.

Yetişkinlikteki temel ikilem üretkenliğe karşı durgunluk yada durağanlıktır. Üretkenlik, doğurganlığı, bir şey üretmeyi ve yaratıcılığı birlikte içerir. Kendini geliştirme, yeni bir şey öğretme, yeni fikirler ve yeni nesiller ortaya çıkarma, üretkenliğin kapsamındadır. Bu dönemde yaratıcı ve üretken bireylerde bile zaman zaman durağanlık hissi söz konusu olabilir. Sonraki kuşak ve her tür üretim için sorumluluk alma dönemidir: Birey önceki dönemlere ait görevleri başarıyla yerine getirerek, sırasıyla geliştirmiş olduğu umut, irade, amaç, yeterlik, sadakat ve sevgi gibi ego güçlülüğünü şimdiki  üretkenlik sorumluluğu için kullanır.

Doğurganlığı da içerecek biçimde üretkenliğin çeşitli alanlarda başarısızlığa uğraması, sahte yakınlık arama ihtiyacına, bireyin kendilik imgesiyle aşırı uğraşmasına yol açabilir. Birey kendine yöneldiğinde ve sonraki kuşaklar ve toplum için bir şey yapmadığını fark ettiğinde durağanlık yaşayabilir. Yetişkinlik döneminde enerjinin olumlu biçimde  ortaya konulması ilgi gösterme ve bakım vermeyle sonuçlanır. Bunun tersi ise reddetme eğilimidir. Bakım sorumluluğu üstlenme, kimlere ve nelere ilgi gösterileceğiyle ve bakım verileceğiyle ilgili biraz seçicilik gerektirmekle birlikte, reddedici tavır, aile içinde çocuğa kaba muamele, toplumun diğer  kesimlerine yada yabancılara karşı olma şeklinde kendini gösterebilir. Erikson’a göre yetişkinler, sonraki kuşaklara karşı bazen yol gösterici bazen  engelleyici davranarak, değerlerin sonraki kuşaklara aktarılmasında model oluştururlar. Olgun yetişkinlik, bir önceki dönemde başarılan gerçek yakınlık ve genital karşılıklılık sonucu ortaya çıkmaktadır.

YAŞLILIK

Psikososyal kriz: Ego bütünlüğü ve umutsuzluk

Egonun güçlenmesi sonucu gelişen duygu: Bilgelik.

İnsanlar yaşlandıklarını hissettiklerinde geriye dönüp bakmakta, kayıp ve kazançlarını değerlendirmektedir.  Bu dönemdeki çatışmanın olumlu ucu ego bütünlüğüdür. (ego  integrity). Ego bütünlüğü, bedendeki  güç kaybı, bellekte zayıflama ve toplumsal açıdan da üretkenlik ve sorumlulukla ilgili kayıpların bir denge içinde bir arada tutulmasıdır. Umutsuzluk ise genellikle süreğen durağanlığın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yaşlılıkta çocukluğa bir dönüş söz konusudur. Ancak dönemden güçlenmiş olarak çıkan bireylerde akıl ve bilgelik gelişmiştir. Bunun karşısındaki olumsuz uçta açık yada örtük biçimde kendini gösteren aşağılama, hor görme vardır; yaşlı birey, işi bitmiş, çaresiz ve zayıf olarak algılanır Erikson (1968). Yaşlılıkta egonun üretim işlevini bir ölçüde de olsa yerine getirebilmesini önemli bulmaktadır. Yaşlı, sadece yitirilen zaman ve boşalan çevreye üzülmez, aynı zamanda önceki dönemlerde kazanılmış olan kimlik alanlarında da kayba uğramaktadır. Özerklik duygusu zayıflamakta, girişimcilik kaybolmakta, yakınlık ve üretkenlik azalmaktadır. Genital enerji zayıfladıkça dokunma duyusu ve temas öne çıkar. Yaşlı birey, beden ve zihin arasındaki bozulan bütünlüğü sağlamak, hayata düzen ve anlam  verebilmek için bir araç olarak felsefeyi kullanır.

DOKUZUNCU EVRE

Erikson yaşlılığı tekbir dönem olarak ele almış olmakla birlikte, geçen yıllar içinde yaşam beklentisinin uzaması yaşlılık dönemini de uzatmış olduğu için, bazı gelişim psikologları bu dönemi daha da  ayrıştırarak genç yaşlı, yaşlı yaşlı ve enyaşlı yaşlı olmak üzere üçe ayırmaktadır (Santrock 2006). Erikson (1997), Erikson’un ölümünden sonra yaşam döngüsüyle ilgili açıklamalarını genişleterek yayımladığı kitabında 80-90 yaşlarından sonrasının yaşlı için yeni talepler, değerlendirmeler ve günlük zorluklar anlamına geldiğini ifade etmiştir. İyi bakım görmüş, sağlıklı beden bile bu yaşlarda güç olarak önemli ölçüde zayıflamakta ve işlevlerinde eksilmeler görülmektedir. Sekizinci döneme ait olan umutsuzluk aslında dokuzuncu dönem içinde uygundur. Çünkü beden özerkliğinden kaybetmeye başlar ve fiziksel yeteneklerdeki zayıflama kaçınılmazdır. Bağımsızlık ve kontrol yetisi zayıfladıkça yaşlı bireyin öz saygısı ve kendine güveni  azalır. Bu durumda boyun eğme ve kabullenme en akıllıca olandır.  İnsanın psikososyal gelişimini ele alan sekiz dönem boyunca büyümeyi destekleyen yön ahenk/uyumluluk olduğu için, ikilemin ifadesinde pozitif yön önce gelmektedir. Karşılaştığımız uyumsuz ve olumsuz niteliklere karşı bizi koruyan şey yaşamın olumlu ve uyumlu olan yönüdür. Ne var ki yaşamın son döneminde yaşlıyı kuşatan nitelikler uyumsuz ve olumsuzdıur. Yaşlı birey kolaylıkla kendi kapasitesine güvensizlik geliştirir ve umut, daha kolaylıkla yerini umutsuzluğa bırakır. Bireyin yaşamı, kendi kontrolünde değil, daha çok doktorunun yada çocuklarının kontrolündedir. Girişimleri başarısız oldukça  yetersizlik ve suçluluk duyguları yeniden ortaya çıkar  Ölüm, esasen insanın gelişimi ve iyiliği için olumsuz ve uyumsuz  iken, bu yaşlarda  olumlu/uyumlu olmaya başlar.