Erikson (1968), kimliği, bireyin zaman içinde ve bir durumdan diğerine kendiliğinin sürekli ve aynı kaldığına dair öznel duygusu olarak tanımlamıştır. Erikson’a (1968) göre kimlik, bireyin biyolojik özellikleri, psikolojik gereksinimleri, ilgileri ve savunmaları ile içinde yaşanılan kültürün araçları tarafından birlikte şekillendirilmektedir. Bireyin cinsiyeti, fiziksel görünümü, fiziksel ve bilişsel kapasitesi ve bunlarla ilgili kendiliği biyolojik yönüdür. Bireyin özgün ilgileri, gereksinimleri, savunmaları, duyguları gibi bireye ‘ben ‘ duygusunu veren her şey psikolojik özellikler olarak kabul edilmektedir. Kültürel ve sosyal ortam ise, bireyin biyolojik ve psikolojik özelliklerini ortaya koyması ve geliştirmesi için fırsatlar yaratır. Erikson’a göre en uygun kimlik gelişimi, bir kimse, kendi biyolojik ve psikolojik kapasitesi ve gereksinimlerine uygun sosyal rolleri deneyebileceği ortamlarda bulunduğunda ortaya çıkmaktadır. Erikson’a göre ergen, önceki sayısız kimliklerini yeniden organize ederek, sentezleyerek ve dönüştürerek yeni bir kimlik yapılandırır (identity configuration).
Erikson’a göre kimlik gelişiminin epigenetik doğası gereği, önceki dönemlerde kurulmuş özdeşimler bu dönemdeki kimlik oluşumunu etkilemektedir. Bebeklikte ilk kimlik duygusu anne ile bebeğin karşılıklı güven duyarak ve birbirlerini tanıyarak buluştukları noktada ortaya çıkar. Erikson bunu bebek açısından ‘ne almayı ve vermeyi umuyorsam ben oyum’ şeklinde tanımlamıştır. Özerklik döneminin kimlik oluşumuna katkısı önemlidir. Çünkü ergen, bu ilk özerkleşmeyi tekrarlarken çocukluğunu da terk etmektedir. Özerkliğin çocuk açısından kimliğe yansıması ‘özgürce ne isteyebiliyorsam ben oyum’ biçiminde ifade edilmiştir. Çocuğun girişimciliğine izin verilmesi ve amaç edinebilmesi, ergenlikte, tüm kapasitesini gerçekleştirmeyi garanti etmese bile, önemli ölçüde etkileyecektir. Kimliğe ‘ne olmayı hayal edebiliyorsam ben oyum’ anlayışı katkı sağlayacaktır. Erikson’a (1968) göre okul yıllarında beceriler ve aletlerle, onları bize öğreten ve bizlerle paylaşanlarla kurulan ilişkiler kimlik duygusuna ‘iş yapmak için ne öğrenebilirsem ben oyum’ şeklinde bir yansıma eklemektedir. Kimlikle ilgili arama ve bağlanmalar en yoğun biçimde ergenlikte görülmekle birlikte, bireyin biyolojik, psikolojik ve toplumsal koşulları değiştikçe kimlik gelişimi de sürmektedir. Kültürden kültüre yada bir sosyotarihsel zamandan diğerine kimlikle ilgili tanımlamalar da değişir.
Jacobson’a göre (1978 ) ruhsal, cinsel dönemleriyle benliğin gelişimi, psişik ve fizik alandaki büyüme, duygulanma ve tasarlama yetilerinin olgunlaşması, gerçeği değerlendirme ve algılama/içgörü/fikir yürütmenin güçlenmesiyle birlikte kendilik imgeleri de gelişirler. Kendilik imgeleri ve kendilik tasarımları içlerinde örgütlenir ve çevre/nesne/kendiliğin daha gerçekçi tasarımlarına dönüşerek bütünleşirler. Jacobson bu ruhsal yapıyı kendilik diye tanımlıyor. Gerçekçi bir kendilik imgesinde bedensel ve ruhsal kendiliğin önemli niteliklerinin, yetilerin belirginleştiği görüşünde. Gerçekçi bir kendilik imgesi bir yandan bireylerin fizyolojik yapısını, bedeninin ve dış görünüşünü ama aynı zamanda benliğini, bilinç/bilinçdışı istek ve davranışlarını, eğilimlerini, fizik ve ruhsal işlevlerini kapsar. Bunlara kişilerin bilinç/bilinçdışı değerleri, ülküleri de katılır. Jacobson’a göre gerçekçi bir beden imgesi tüm fiziksel ve ruhsal öğelerin tasarımlarını kapsar. Kendilik ise bu imgeyi geliştirmiş kişinin kendisini gelişmiş, kendi içinde örgütlenmiş, zaman ve uzamdan ayrımlaşmış, çevreden değişik özellikler gösteren bir bütün olarak tasarlaması, algılamasıdır. Bu algı ve tasarımın duygusal yanı kimliktir. Jacobson bu bütünün süreklilik ve aynılık özelliklerine ayrıca işaret etmektedir. Celal Odağ , Jacobson’un bu tanımlamaları nedeniyle kimlik ve kendilik duygusunun karıştığı fikrinde
Bu nedenle Odağ’a : ‘Beni ben yapan’ henüz özgül özellikler kazanmamış ama kendi içinde örgütlenmiş, zaman ve uzamdan ayrımlaşmış, sınırları olan bu temel ruhsal yapıyı kendilik diye tanımlar. Ona göre kendilik ruhsal yapının çatısını oluşturmaktadır. Tıpkı kas ve organlarımızı ayakta tutan iskeletimiz gibi. Bu yapının, yani kendiliğin en son gelişen, kalıcı bir biçim kazanmış, aynılık ve süreklilik gibi özgül özellikler kazanmış, ‘beni bana benzeten’ bölümünü kimlik olarak tanımlar. Böylece kimliğin duyumsanan bir yapı olmanın ötesinde yapısal ve işlevsel özellikleri belirginleşiyor. Ergenlik yıllarında kısa sürede ‘yepyeni bir kişi ‘ yaratan süreçlerin olağanüstülüğü gölgelenmiyor. Herşeyden önce kimlik anlayışı kendilik kavramının dışına taşınmış oluyor. Kimlik kavramı özgürleşiyor. Nesne ilişkileri kuramcıları bu en son yapılanmaya işlevsel açıdan kristalizasyon, yapısal açıdan da çekirdek kimlik(central identity) adını veriyorlar (Volkan 1999).
Nesne ilişkileri kuramcıları yaşamın temel amacının ilişki kurma olduğunu öne sürüyorlar. Odağ ise yaşamın temel amacının gelişim ve olgunlaşma olduğu, ilişki kurmanın ise gelişim ve olgunlaşmaya hizmet ettiğini benimsiyor. Bu bağlamda kendilik de gelişir yada gelişmek zorunda . Kendilik gelişirken kimliğin de temel çekirdekleri atılır. Erken çocukluk dönemlerinde kendilik ve kimlik arasında bir ayrım tümüyle olanaksız. En son gelişme aşamasında, yani adölesan dönem sonrasında durum değişiyor. Bu dönemde bireşim, bütünleşme, özümseme (asimilasyon), yaratıcılık gibi Odağın hayran olduğu yetiler ağırlık kazanıyor. Ergenler kararlı bir genç adama, alımlı bir genç kıza dönüşerek bir Ahmet, bir ayşe oluyorlar. Ahmet Ahmet olma özellikleri ötesinde aynılık, benzersizlik, özgünlük gibi kalıcı nitelikler kazanıyor, özgün özellikte bir yapıyı geliştiriyor: Yani kimliğini buluyor.
Kimlik Yapılanmasında toplumun Etkisi: Bu süreçler içinde ergen, ailesi, akran kümesi ve toplumda egemen değerleri içselleştirme uğraşları verir. Ama aynı zamanda içselleştirdiği bu değerlere uymak konumundadır. Öz değerlerine uyum ise tarih, din, konuşulan dille tanışıklığı ve onlara uyumu sağlar. Aynılık, kalıcılık, süreklilik ve kendisiyle barışıklığın yanı sıra topluma da uyumlu özgün özellikler böylece gelişir.
Kimliğin Geleceğe Açıklığı: Kimlik adı verilen en son yapılanmada ‘geleceği ve yeniyi yakalamak’ özellikleri nedense bazı çevrelerde ihmal ediliyor. Oysa toplumlar bu yetileriyle geleceğe uzanıyorlar, genç kuşakların yardımıyla geleceği yakalıyorlar.
Göç ve kimliktn,, Tausk’un (1919) betimlediği kimlik kavramının psikanaliz ve psikiyatrideki yeri, belirsizliğini hep korumuştur. Psikanalitik kuramda da hem iç dünyadaki hemde kişiler arasındaki bir yapı olarak kimliğin çifte değerlikli olduğu görüşü değişmemiştir. Bunun dışında kavramın görüngüsel öğeleri ayrıntılarıyla anlatılmamış ve bu nedenle betimleyici psikiyatride yaygınlaşamamıştır. Tüm bu sorunlara karşın kimlik kavramı her iki geleneksel alanda ‘psikanaliz ve psikiyatride’ varlığını sürdürmüştür.
Kimlik kavramı 1919 yılında Tausk tarafından analitik yazına kazandırılmıştır. Tausk, çocuğun kendiliğini nasıl keşfettiğini araştırmış ve insanların yaşam boyu kendilerini yeniden bulmak ve yeniden yaşamak zorunda olduklarını öne sürmüştür. Freud ‘identity=kimlik’deyimini teknik bir çerçevede yalnız bir kez kullanmıştır(Guttmann ve ark. 1980). Kavramı bu denli az kullanması, kimlikle ilgili düşüncelerinin önemini azaltmamıştır. Bunun nedenini benlik, ‘das Ich’kavramını (ego=İngilizceye çevrilmiş hali) hem zihnin uygulayıcı aygıtı, hem de ‘bireyin tüm kendiliği ‘ olarak iki değişik anlamda kullanmasında aramalıyız (Strachey ve ark. 1923). Öte yandan bu kavram, güncel ’kimlik anlayışı’ ile örtüşmektedir. Freud’un benlik ile ilgili temel varsayımlarının içeriğinde kimlik ile ilgili görüşleri de bulunur. Ama o ‘kimlik’ deyimini kullanmaz. Bu görüşleri okunurken, satır aralarında kimlik ile ilgili düşünceleri de anlaşılır.
55farklı yazı stili dene—Çocuğun olgun bir erişkin olma yönündeki gelişim süreçlerinde, kişiliğinin yayılan ve genişleyen bütünlüğüne rastlamaktayız..(1921)..Benlik her şeyden önce bedensel bir benliktir.(1923)..Benliğin yapısını bırakılmış nesneler oluşturur ve…. Bu yapı nesne seçiminin öyküsünü de içerir (1923)…Anatomi bir yazgıdır. (1924)…Çifte cinsiyetlilik eğilimlerin ve çok yanlı kalıtımın etkisiyle bütün insanlar erkeksi ve kadınsı özellikler kazanırlar (1925)….
Kimlik sözcüğü burada elbette kullanılmamaktadır ama bu kısa saptamalar ve ‘Bnai Brith’ (bir Yahudi olarak içsel kimliğinden söz ettiği toplantı), Freud’un, kimliğin oluşumu ve yapılanması hakkındaki görüşlerini ortaya sermektedir. Görüşleri bedensel temellidir. Ve geniş kapsamlıdır; cinsiyet farklılıklarını, ilkel özdeşleşmeleri, ödipus yapılanmasının rolünü ve çözümlenmesini, benliğin bitmeyen bireşim (sentez) işlevlerini, karakterin etnik ve moral boyutlarını da içerirler. Freud’un satır aralarında yakalanan kimlikle ilgili varsayımları ondan sonra gelenler tarafından ele alınacağına ne yazık ki kimlik kavramı üstüne uzun (20yıl) bir suskunluk dönemi yaşanmıştır.
1950’li yıllarda Erikson (1955, 1956, 1958) karakterin yapılanmasıyla ilgili çalışmalarında kavramı yeniden canlandırmıştır. Erikson (1959), benlik kimliği kavramını, hem kendiliğin kalıcı, aynılılık duygusu anlamında hemde temel bir karakter belirtisi olarak başkalarıyla paylaşabilme bağlamında kullanmıştır. Sonraları ‘benlik’ önekinden, belki de Hartmann’ın (1959) kendilik (selbst) ve benlik (ich) arasındaki farkı belirten görüşüne uyum amacıyla vazgeçmiştir. Erikson, kimliğin değişik özelliklerini vurgular; bir yanı bireysel kimliğin bilinçli olarak duyumsanması, bir yanı kişisel karakterin sürekliliğine bilinçdışı bir çaba, başka bir yanı benliğin sessizce işleyen bireşim işlevleri, daha başka bir yanıysa içinde bulunduğu kümenin ülküleri ve o kümenin kimliği ile anlaşması ve uyumudur.
Erikson kimlik yapılanmasının, kökü en erken çocukluk dönemine dek uzanan ve yaşam boyu süren bir süreç olduğunu saptarken bu yapılanmada ergenlik evresinin önemine de işaret eder. Erikson’a göre ergenler, kendileri ve dünya hakkındaki bilgileri, geçmişteki kazanımları, günlük deneyimleri ve gelecekteki amaçlarını bütünleştirmeye ve böylece kendinin bütüncül bir duyumunu kazanmaya çalışan kişilerdir. Bu görevdeki başarısızlık insan oluşun, hem soyut hemde toplumsal bağlamda, karmaşık duyumlarına neden olur.
Erikson’un görüşleri önemli bir oranda onaylandığı ve öncü çalışmaları kimlik araştırmalarına çok yardımcı olduğu halde halen açıklanması ve anlaşılması gereken bir çok alan bulunmaktadır. Be beklik ve ergenlik evrelerinin kimlik yapılanmasındaki önemi, ergenlerin bilinen kimlik bunalımı ile kimlik dağılması arasındaki farkları ve kimlik dağılması ile karakter patolojisinin sınıflandırılması arasındaki bağlar gibi. Jacobson (1954), Kernberg (1975, 1976, 1980), Mahler (1958, 1967) ve Mahler ve ark. (1975) Bu eksiklikleri tanımış ve bu boşlukları tamamlamaya çalışmışlardır.
KİMLİĞİN GELİŞİMSEL KAYNAKLARI:
Çocuk; engellenmenin, düş kırıklığının, başarısızlığın sayısız deneyimleriyle ve bunlarla beraber kıskançlığın, rekabetin, yarışmanın öfkesi ile zaman içinde düşlemsel ve gerçek kendilik ile nesne tasarımlarının farkını öğrenir. Böylece sevgi kadar, kendiliğe ve nesneler yönelik ilkel düşmancıl eğilimler de çocuğa kimlik duygusunu veren bir itki özelliğini kazanırlar.(Jacobson, 1964)
Çocukluğun değişik evreleri, benlik kimliğinin değişik bütünleşmeleri ve bu birimsel kimliklerden oluşan benlik kimliğinin genel bütünleşmesinin belirleyicileridir. Süreç normalde tek tek birimleri daha geniş ve uyumlu bir yapıda toplama amacını taşıyan bir denemedir. (Kernberg, 1976)
Kimliğin gelişim kaynaklarını araştıran her deneme iki etmen tarafından engellenir. Birincisi, kimliğin oynak bir öyküsü olmasıdır. Belki de, ruh çözümlemesinin baskın yapısının sonucu olarak, kavrama karşı sürekli çiftedeğerlikli bir tutum gösterilmesi de bu engellemeler arasındadır. Kimlik, salt iç dünyadaki bir yapı olmanın çok ötesindedir. Görülmesi kolay toplumsal bağları da bulunmaktadır. Bu nedenle analizdeki, belirsizlik yüklü alanlara yaklaşır. Son zamanlarda güçlenen öznellikler-arası görüşler (Dunn, 1995,Hoffmann, 1992; Ogden, 1995;Stolorow ve Atwood, 1989) bu belirsizliği azaltmasına karşın, hala var olan engellenmelerin İKİNCİSİ; değişik yazarların kimlik yapılanmasının değişik evrelerini değişik yöntemlerle (çocuk gözlemleri, genelleyici kuramlar, analitik kurgular) araştırmalarıdır. Hatta aralarında değişen kavramları (kimlik,kendilik, Ich’ego=benlik’) kullanırlar. Burada sunulan özet bu nedenle yalnızca bir bireşimdir.
KİMLİĞİN DOĞUM ÖNCESİ KAYNAKLARI:
Bir çocuğun kimlik kaynakları doğumun ilk günlerinin ötesine, doğum öncesine kadar izlenebilir. Bu kaynakları (Weil, 1970) iki etmen oluşturur. Genetik etmenler ve ebeveynin doğacak çocuktan beklentileriyle dilekleri. Birincisi, değişmeyen psikomotor eğilimleridir ki bu mizacıdır. Mizaç en erken çocukluk döneminde çevresel etmenlerle diyalektik bir etkileşim içindedir (Thomas ve Chess, 1977, 1984). Bunlar annenin çocuğa yaklaşım biçimi ile yeni doğana gösterdiği dikkatin duygusal ‘taşıyıcılığını’ belirlerler (Winnicott, 1965). Aileye özgü söylenceler, ebeveynler arasındaki uyuşmaz beklentiler, örselenmeler ‘öncelikle örselenmelerin kuşaklar arası aktarımı’ , gelişen çocuğun kimlik oluşumunda önemli rol oynarlar.
Eğer çocuğun doğumu annenin sevdiği bir yakınını yitirmesi ile örtüşüyorsa durum çok olumsuz olacaktır. Böylesi bir durumda çocuk, ebeveyninin bilinçdışında, kaybedilen yakınla aynı tutulur. Görünüm olağan değildir. Ve annenin işlenmemiş yası ile bağlantılandırılır (Volkan 1987). Bu koşullarda’ ikame’ çocuk (Cain ve Cain, 1964; Poznanski,1972) annenin yalnızca beklentilerini değil onun eski sevdiklerinin ‘depolanmış tasarımları’nı da (Volkan, 1987) kaldırmak, taşımak, üstüne almak zorundadır. Bu nedenle çocuk yaşamı boyunca, kendi benliğinden yoğun çelişkili isteklerde bulunan ikircikli bir kimlik geliştirebilir. Çocuğun doğumuyla bu koşullar, olasıdır ki gerçek özellikler kazanır ve sıkça çocuğun takma isminde bir yankı bulurlar (Abraham, 1911
ERKEN ÇOCUKLUK:
Süt bebekleri, insanlar arası ilişkilere katılmaya hazırlıklı olarak yeryüzüne gelirler (Emde, 1983; Stern, 1985). Bebeklerin ilişkilere katılımı sağlayan becerileri doğuştan gelirler; ‘bebeğin bakışma eğilimi, kucağa alınma, okşanma, kucakta sallanma dileği ve bu yolla avunmaya duyarlılığı ile insan sesi ve insan yüzünden gelen uyaranlarla dikkatin uzaması’ (Emde 1983) bunlar arasındadır.
Süt çocuğunun bu ‘toplumsal uyumluluğu’ (Emde,1983) annede bir tamamlayıcısını bulur. Anne, çocuğuna yinelediği basitleştirilmiş bir dil ve davranışlarla yaklaşır. Kimliğin gelişmesi için annenin çocuğunu güdülemesi daha da önemlidir. ‘Anne bebeği güdüler, onun kimliğini belirlemez. Güdülenme geriye dönüşümsüzdür ama değişkendir. Değişkenlik, insan yaratıcılığı ile ‘yazgısal nevrozu’ arasındaki farkları belirler.’ (Lichtenstein, 1961)
Çocukluğun erken evrelerindeki kimlikteki, temel farklılıklar göstermeyen başka tür dalgalanmayı Mahler (1958, 1967, Mahler ve ark. 1975)betimlemiştir. Mahler, bebeğin normal otizminin psikobiyolojik kalıbından çıkıp anne ile ortak yaşamın ruhsal örtüsüne sarılmasını gözlemlerken başka gözlemlerinin de temellerini atmıştır. Bu gözlemlerine göre psikolojik olarak otizme gerilemenin getirdiği kimlik yitimi ile insan ortak yaşamının sağladığı kimliğin korunması arasında güçlü gerilimler bulunmaktadır. Çok daha da önemli olanı ise bebeğin ayrılmak ve bireyselliğini kazanmak için ortak yaşamdan çıkışını ve bu çıkışta hangi adımları attığının izlenmesidir. Bu adımlar- ayrılma, deneyim, yakınlaşma ve ‘nesnelerin sürekliliği’ – ayrılma ve bireyselleşme sürecini oluşturur. Süreç 5-6 aylıkken başlar, bitişi açık kalsa da 30-36. Aya kadar sürer. Çocuk, ayrılma (5-9. Ay) ve deneyim (ort. 9-18. Ay) ara dönemlerini yaşarken kendi benliğini annesininkine karşı sınırlar. Sınırlama, çocuğun (18-21 aylıkken) hem aynada hemde kullandığı zamirlerde kendini tanıyabilmesi gibi yetilerinde (Emde, 1983, Lewis ve Brooks-Gunn, 1979)belirginleşir. Çocuğun belli bir yaştan sonra , ort. 20 aylıkken, kendi davranışlarını anlatabilmesi, güçlü bir kendilik duygusunun işaretidir(Kagan, 1981). Ayrılma yeniden yakınlaşma ara dönemini (ort. 18-24 ay) başlatırken çocuk bir yandan da kendini tanıma çabalarını sürdürür, kazandığı kendilik bilincini çifte-değerlikli bir tutum içinde olsa da korur, kendini onaylatmak amacıyla korkarak annesine sarılır. Annenin duygusal açıdan hazırlıklı olup yanıt verebildiği durumlarda bu dalgalanmalar zamanla azalırlar. Bu gelişim aynı zamanda çocuğun birbirlerine karşıt kendilik tasarımlarının bütünleşmesini sağlar (örn: edilgen, bağımlı ‘kucağa alışmış çocuk’ ve aşırı canlı güvenli kıvançlı çocuk yada düşmancıl, sevecen birbirlerine karşıt kendilik tasarımlarının v.b. bir bütünde toplanması gibi) Kendiliğin sürekliliği, yani bütüncül tek bir kendilik imgesinin oluşması, dürtü etkisindeki dalgalanmaları en aza indirir. Bu, kimliğin de doğuşudur. Buna koşut nesne sürekliliğinin kazanımı, sürekliliği olan, içselleştirilmiş anne tasarımlarının yapılanmasıdır. Anneyle bağların, yüzleşmelerle ve engellenmelerle bozulmaması, kazanımların başka olumlu bir özelliğidir.
Mahler, yapılandırılmış bir kendilik duygusunun 18-20 aylıkken başladığı görüşündedir. Oysa Stern (1985) bebeklerin doğuştan itibaren gelişen kendilik duygusu ile doğumla örgütlenen kendilik bilincini taşıdıkları, kendileri ve başkaları arasındaki farklılığı algılayacak yetilerle yeryüzüne geldiklerini varsayar. Ona göre kendilik duygusu Mahler’in öne sürdüğünden çok daha erken , 2-6 aylıkken başlar. Buna karşın Lewis ve Brooks-Gunn (1979), Emde (1983) ve Kegan (1981) Mahlerin kendiliğin 18-20 aylıkken oluştuğu düşüncesini onaylarlar. Jacobson (1954), Ve Kernberg (1975) de en erken evrelerdeki içselleştirme süreçlerine ve onların yapılandıran içsel dalgalanmalarına ilgilerini odaklarken Mahler’in bir tamamlayıcısı gibidirler.
Jacobson, kendilik ve nesne tasarımları kavramlarını kullanırken, kimlik oluşumu süreçlerinin kişilerarası olmayıp sonuçta içsel (intrapsişik) oldukları görüşünü de belirginleştirir. Jacobson ayrıca kaynaşmış kendilik/nesne tasarımlarını, ilk içsel yapılanma olarak değerlendirir. Görüşüne göre daha sonra kaynaşmış bu alaşımdan ayrışan bu tasarımlardan birbirlerinden ayrışmış, birbirlerinden farklı kendilik ve nesne tasarımları gelişirler. Daha da sonraları, karşıt özellikteki (libido-saldırganlık yatırımlı) kendilik tasarımlarının birleşimi ile kimliğin bütünleşmesi sağlanır.
Jacobson un görüşlerine dayanarak Kernberg, dönem dönem gelişen ve sonraki gelişim evrelerine katılan üç aşamalı kimlik gelişimi kavramını geliştirmiştir. Kavramda ilk aşama sıklıkla en erken çocukluk, ikinci aşama daha sonraki çocukluk, üçüncü aşama ise ergenlik evresiyle bağlantılanır.
Kernberg’in taslağındaki birinci aşama, başkalarının duygu yüklü özelliklerini kendilik imgesiyle bütünleştiren (tümüyle olmasa da) bir içselleştirmedir. Örgütlenmiş anı yığını (Kernberg 1976), bir nesne tasarımı ve bir kendilik tasarımı ile bu ikisini birbirine bağlayan, duygu yüklü etkileşimi kapsar. İkinci aşama biraz somuttur. Çocuğun kendisine yakın kişi rolleriyle özdeşleşmelerini içerir. İçe atılmış tasarımların aksine, bu içselleştirmelerde içselleştirilen roller, kendilikte bir yabancı cisim gibi algılanmazlar. İçselleştirmeler topografik açıdan içe tasarımlara göre ****kendiliğin daha derinlerindedirler. İçe atılmış tasarımlar ise deneyimsel açıdan da önbiliçtedirler. Daha gelişmiş bilişsel yetileri ve yetilerinde sürekliliği sağlamlaşmış bir benlik özdeşleşmelerde kendini açıkça belli eder. Üçüncü aşama kimliğin oluşumudur. Oluşum karşıt özdeşleşmelerin uyumlu bir birimde bütünleşmeleridir. Süreçlerde kurulan bireysel özdeşimler bireysel yapıya katılır. Bu yapıda erir, kişisizleşir (Jacobson) yani içselleştirilen nesnelerle benzerliklerini yitirirler. Bu erken özdeşleşmelerin seçici dışa atımı yada birbirlerine benzetilmeleri, yeni bir yapılanmaya ulaştırır: ‘benlik kimliği’
GEÇ ÇOCUKLUK
Çocuk, cinsiyetler arasındaki farklılıkların bilincine vardıkça (Freud 1925) ‘yapısal kaynaklı cinsiyet farklılıkları eril ve dişil davranışlarda somutlaşırlar’ (Mahler ve ark. 1975) . Aynı dönemde ödipus yapılanması belirginleşir, ‘negatif’ ve ‘pozitif’ libido yüklü eğilimler gelişirler. Pozitif ödipal isteklerden vazgeçiş bir ensest engeli oluşturur ve geleceğin tüm moral değerleri için ruhsal yapının başka bir yapısal dayanağının (üstbenlik) temellerini atar. Ödipal özlemlerin kız ve oğlanlarda geciktirilebilmesi cinsel olgunlaşma ve genelde gerçeklik duygusunun derinleşmesini sağlar. Buradan doğan özsevisel yaralanmalar, ilkel narsisizmin ebeveyne yansıtılması (daha çok aynı cinsten olana) ve ideal benliğin oluşması ile dengelenirler. Bu yapı hem umudu hem de geleceği içerir ve çocuğa ‘zamansal bir düzeni kazanma’ olanağını sağlar (Chassequet- Smirgel 1985). Bu gelişime kuşak düzeni(yani yalnızca bir oğlan ve kız olma yerine evin oğlu ve evin kızı olma) kazanımı eşlik eder. Öyküsel süreklilik bu kazanımın bir sonucudur. Artık kimlik bir kümeye ait olma boyutunu kazanmıştır yani doğduğu aileye ve benzer başka ailelere ait olduğu duygusunu . Buradan kaynaklanan ‘biz’ özdeşimleri ve bunlara bağlı ‘onlar’a sınır koyabilme yetileri bireysel deneyimlere etnik ve kültürel boyutlar kazandırırlar.
Ödipus yapılanmasının çözülmesi ile görece dingin olan bir ‘gizillik’ evresi başlar. Gelişen motor ve bilişsel deneyimler ikincil narsisizmi alevlendirir ve kim olduğu, ne yapabileceği duygularına güç verir. Kimlik bu sürede az yada çok tutarlı ve dengeli kalır.
ERGENLİK
Ergenlik döneminde kimlik sorusu tüm gücü ile bir kez daha belirginleşir. Ruhsal ayrılma bu zamana dek ebeveynlerin homeostatik yetilerinin içselleştirilmesine bağımlı iken (Freud 1923;Mahler 1958, 1967, Mahler ve ark. 1975; Settlage, 1991) ergenlik döneminde ayrılma ters bir yön izler; Bu ergenin ikinci bireyselleşme sürecidir (Blos, 1967). Dönem, erken dönemlerde içselleştirilmiş nesnelerden duygusal çözülmeyi gerektirir. Ergenliğe, döneme özgü benlik gücünü göreceli olarak sorgulayan bir dürtü taşkınlığı eşlik eder. Psikolojik açıdan ilerleyici ve gerileyici eğilimler, bazen korkutucu bir hızla birbirleriyle yer değiştirirler. Gerileyici eğilimler ilkel anlatım yollarına saplanmaya neden olurken, hem savunucu hem de özerk ilerleyici eğilimler ise yeni kendilik birimlerinin oluştuğuna işaret ederler. Bir yandan da üstbenliğin içselleştirdiği en erken dönemlerdeki ebeveyn yasaklamalarından çözülmeler başlar. Ama aynı zamanda akran kümesinin değerlerine yönelik inatçı bir bağımlılık da sürer. Deneyimsel özdeşimler ve deneyimsel yeni roller son aşamada sağlam bir aile bütününün ‘tutucu/taşıyıcı ortamı’(Wınncott 1965) ile benlik özerkliğinin sınırları genişler ve içsel dayanıklılık, süreklilik duygularının yanı sıra soyut ahlak anlayışı da güçlenir.
Kimlik gelişiminin cinsiyete özgü farklılıkları ergenlik döneminde yeniden belirginleşirler (Blos,1967,; Fischer ve Fischer, 1991; Money ve Ehrhard, 1972). Erkek çocuk, toplumsal kimliğini oluşturma çabalarıyla babasına, daha da çok eril akranlarına, yakınlaşır. Kızlar ise, gerileyici bir biçimde anneye yakınlaşmanın gerilimlerini daha sık yaşarlar. Hem oğlanlar ve hemde kızlar, yeniden alevlenen ödipal çatışmaların etkisindedirler. Nesne ilişkileri alanındaki psikolojik gerileme, kızlarda oğlanlardan daha sıktır.
Ergenlik döneminde cinsel kimlik de yapılanır, sağlamlaşır. Birincil nesnelerden cinsel istekleri geri çekme, etkin ve edilgen cinsel amaçların birbirleriyle barışması, çiftecinsiyetli özdeşimlerin bireşimi bu gelişimi kolaylaştırırlar (Blos, 1967). Bu süreçlerin anlaşılmasında çok önemli çalışmaları olan Blos (1967,1984), negatif ödipal eğilimlerden ergenlik döneminde vazgeçildiği kanısındadır. Hemcinslere yönelik cinsel arzulardan vazgeçiş yalnızca heteroseksüaliteyi değil, aranılan kendilik imgesini ve kişisel tavırları da belirler. Blos (1984)’erişkin benlik –ülküsünün negatif ödipus yapılanmasının mirasçısı olduğu’ kanısındadır.
İLERİ YAŞLARDA KİMLİKTE GELİŞEN İNCE DEĞİŞİMLER
Ergenlik döneminin sonunda kimlik gelişiminin sonlandığını düşünmek yanıltıcıdır. Daha sonraki yaşamsal görevler evlilik, meslek seçimi gibi kimlik çatışmalarının yeniden alevlenmesine neden olurlar. Bu durum aynı zamanda kimlik sorunlarının işlenmesi olanağını sağlar Ebeveyn olmanın başlangıcı önemli bir dönüşüm noktasıdır (Colarusso, 1990,1997). Çocuk terbiyesinin zorlayıcı sorumlulukları nesne sürekliliğini geliştirir ve bu nedenle kimliği etkiler. Bir yandan soyadının yeni doğanlara verilmesi ve psikobiyolojik özellikler, soyu olduğu duygusu ile kuşakların sürekliliğini perçinleştirir. Böylece kimlik de sağlamlaşır. Başka bir yandan yeniden yakınlaşma sürecinin çocuktaki isyanını karşılayan anne, kendi karşıt dürtülerini ve çocuğun karşıt nesne tasarımlarını birbirlerine yakınlaştırmak , birbirlerine benzetmek zorundadır. Çocuğun tutarsız gereksinimleri, sınırları belirsiz yaygın tasarımları, dalgalanan nesne bağları için annenin taşıyıcı/tutucu işlevindeki (Bion 1967) nesne sürekliliği yardımcı olur. Sonraları ödipal dönemdeki çocuğun cinsel açıdan giriciliği, rekabetçi davranışları, düşmancılığı; ebeveynin katlanma ve çocuğa gerekli uzaklığı sağlayabilme yetilerini sınar. Çocuğun gizillik döneminde ebeveynine karşı azalan gereksinimleri ve ergenlikte sıklıkla ebeveynleri çıldırtan tutumları, duygularındaki ve uzaklık sağlamadaki yoğun dalgalanmaları, her şeyin iyi gidebilmesi için ebeveynin nesne sürekliliğine ve kimliğinin sağlam olmasına gereksinim duydurtur.
Daha sonraları orta yaşlarda kendilik tasarımlarının alanları genişler ve kişilik yapısı derinleşir, dengeleyici özellikler kazanılır. Artık kişilik yapılanmıştır. Erikson (1950, 1956) yayınlarında, kimliğin psikolojik yapılanmasının sonraki yaşamdaki önemini vurgular.
Ona göre orta yaşlarda kişi, karakterin neden olduğu kişilik yapısının değişim sınırlanmalarıyla ve bunlarla bağlantılı yineleyici dönemler biçiminde etkinleşen içsel nesne ilişkileriyle baş etmek durumundadır. İçselleştirilmiş bu nesne ilişkileri, zaman zaman kişisel söylenceler biçiminde yinelenirler. Bu sınırlar içinde kişinin kendi kendini onaylaması, duygusal olgunluğun önemli bir belirtisidir. Bu belirti, narsistik akılcılık, yadsıma, boyun eğiş ve insanların iyi olduğuna inanmama ile mazoşistçe bir kendini suçlamanın karşıt ucudur.
Kohut’a (1971) göre orta yaşlar, kendi kendimize amaçlarımıza sadık kalıp kalmadığımızı sorduğumuz bir zaman dilimidir. Bu tür kendimizi sınamaların, kendilik tasarımları kapsamında, günlük yaşamdaki sessiz ve açıklanmamış bir yasa bağlanması kaçınılmazdır. Bu, akan giden zamanın soyut olarak algılanmasıyla güncelleşen, belirli bir yas haliyle kendini belli eder. 1992 yılında Odağ yazdığı ‘Almanak’ adlı şiirinde derindeki bu orta yaş yasını yakalama denemesinde bulunmuştur.
Bir sayfa çevrilir
Ve birdenbire sevgi
Geçmişten gelen ‘değerli bir deneyim’ oluverir.
Zarfın dışındakileri ittirmekten vazgeçer.
İçinde kalmaya devam edersin.
Boğazındaki polip iyi huylu çıkar,
Kolay alınabileceği haberiyle rahatlarsın.
Bir sayfa çevrilir.
Okumak için gözlük gerekir.
Oğlun üniversite için evden ayrılır.
Ve, birdenbire, sonbahar etrafındadır.
Şiirdeki ‘sonbahar’ tüm yararlarına karşın benliğe yönelik değildir. Çocukları bırakabilmek, hayat arkadaşı ile yakınlaşma isteklerinin derinleşmesi ile birlikte, çalışma yerinde yoğun bir çaba harcanabilmesine olanak verir. Parasal güven, kendin dinlemeğe daha çok zaman ayırma, kolaylaştırılmış seyahatler, benliğin olgunlaşmasını ve kimliğin ince değişimlerini kolaylaştırırlar. Orta yaşların son dönemlerinde torunların doğması, ‘genetik bir ölmezlik’ duygusu (Colarusso, 1997) ve zamanı aşan bir kendilik tasarımı varsanısını (Cath, 1997) yeşertir. Sevindirircidir. Torunlara karşı gelişen güçlü duygusal bağlar çok amaçlıdır. Colarusso’ ya göre bunlar 1- yaşlanmanın rahatsızlığına ve ölümün sakınılmazlığına karşı koruyucu bir alandır, 2- genetik ölmezlikle kazanılan, kişinin kendi yaşamında yakaladığı büyüsel bir iyileşme olanağıdır, 3- Kendiliğin değişemeyen eksikliklerinin, torunların bazı özellikleriyle seçici bir özdeşim yapılarak, yadsınmsıdır.
Yaşlılıkta, kişi ölüme yaklaşır ve ‘ikinci bir ortak yaşam yolundadır’ (Madow, 1997), bu son dönüşümün yumuşak bir biçimde atlatılması için kişinin şimdiye kadar yaşadığı ve ayrılma zamanının geldiği dünyaya karşı derin ve çifte-değerlilik ötesi bir görüş geliştirmesi gerekir.
Gelişmiş Kimlik duygusunun beklenen özellikleri:
Gerçek beden imgesi, Aynılığın soyut duyumu, tutum ve davranışların sürekliliği, zamansal süreklilik, içtenliklilik, cinsiyet, etnik bir topluluğa ait olma duygusu ve vicdandır.